Cuma, Temmuz 22, 2011

Zagor ve Kürtler

----------Vhuuuuu!   (çöl çalısı yuvarlanarak geçer)-----------------

Zagor’umuzun yaşadığı  Darkwood, yani Pennsylvania, yani Amerika; bugünü bırakın, 1800’lerde dahi  yapısı itibariyle Türkiye’den çok daha kozmopolit, bin çeşit adamın yaşadığı bir memleket.  Yerli halklar var, Amerika keşfedilince, durağa gelen belediye otobüsüne atlar gibi hurra Amerika’ya dalan Avrupalılar var.  İngiliz’i, Brezilyalı’sı, Fransız’ı, İspanyol’u…

Bu kadar adam, bu kadar farklı kültür… Tabi ki savaştılar. Kendi içlerinde zaten savaşıyorlardı, birbirlerine karşı savaştılar,  yerli ve beyaz olarak savaştılar, kuzeye ve  güneye ayrılıp savaştılar, yeni bir savaş nedeni bulmak için savaştılar.

Zagor’un mesaisinin sürdüğü 1800’lerin ilk yarısı, Kızılderililerin bir yandan kendi aralarında bir yandan da beyazlarla savaştığı döneme denk gelir.

Zagor hem kendi aralarında kapışan kızılderileri hem de beyazlarla kapışanları ayırmaya çalışır boyuna.  Gerçekte çoğu macerasında çift taraflı oynar. Bu sebeple çoğu solukbenizli ona kızılderili dostu, dönek vb  kendilerince aşağılayıcı lakaplar takarken, aynı tipolojinin Kızılderili tarafı da Zagor’u beyaz olmakla, beyaz dostu olmakla, hain olmakla suçlar.

Zagor her iki tarafın çoğunluğunun da  esasında masum insanlardan oluştuğunu,  iki taraftan da çok küçük bir kesimin, farklı taraflarda olmalarına rağmen aynı hasletlerle savaş çıkardıklarını idrak etmiştir.
Ancak savaş aklın bittiği yerde başlar. En masum beyaz, eline tüfek alıp, uygun ortamda havaya sokulunca, en masum kızılderiliyi kolaylıkla öldürebilir.  Aynısı diğer taraf için de geçerlidir. Savaş başladıktan sonra herkes haklıdır. Ölmemek için öldürür herkes.   Böylece ölmemek için ölür herkes. Denklem kırılır, matematik biter.

Savaş, aklın bittiği yerde başlar ama aklın geri geldiği yerde bitmez maalesef. Savaşın bilançosunu ve zararlarını gören aklı selim “bunu durduralım artık” dese de, savaş kendi bilincini ve aktörlerini yaratmıştır.  Simüle edelim:

----------------- B: Beyaz  -  K:Kızılderili -----------------
B1 ailesi ile yeni topraklara göç eder. Dünyanın en masum, en sevecen, en şahane adamıdır.  K1 ise topraklarında kabilesi ile mutlu mesut  yaşayan, tüm kabilenin en iyisi, en güçlüsü, en süperi, kabilenin de lideri bir yerlidir.

K1 yaşadığı yerin yakınlarına yerleşen beyazlar  yüzünden Bizonların göç yollarının değiştiğini görür. Endişelenir.

B1 yeni, bereketli, uçsuz bucaksız topraklardadır.  Çok mutludur. Her şey boldur. Toprağı eker. Bizonları avlar. Kızılderililere ve bizonlara saygı duyar.  Kardeş kardeş yaşadıkça bu topraklar herkese yeter diye düşünür.

B2 ve B3 bizonların bu bölgede bol olduğunu görür. Bizon boynuzu iyi para etmektedir. Bir de yanında av keyfi vardır ki paha biçilemez.  Bizon avına başlarlar, bizonlar milyonlarcadır, avla avla bitmez. İyi insanlardır gerçekte ancak biraz sorumsuzdurlar.

K1, Beyazların bizonları öldürüp sadece boynuzunu almasına, etini ziyan etmesine çok feci kıl olur. Çok saçmadır, ayıptır, günahtır. Doğaya, manituya hakarettir.  Bizonlar etiyle, sütüyle, derisiyle onların yaşamasını sağlayan mucize bir hayvandır. Beyaz adam nasıl olur da bu hayvanları avlar. Üstelik yemek için değil, zevk için. Bunları uyarmak lazımdır ama nasıl?

K2 heyecanlı bir gençtir. Bizonları öldüren beyazlar yüzünden nasıl zor duruma düşeceklerini anlar. Dağdan gelip bağın içine eden böyle bir adamı hazmedemez. Arkadaşları ile pusu kurup Bizon avlayan beyazları kaçırtmak isterler. Ok ve yayları ile tehditkâr bir şekilde üzerlerine yürürler.

B2, B3 karşılarında onlara doğru saldıracakmış gibi koşturan kızılderililerden ürkerler . B2 ölmemek için silahını ateşler. K2 vurulur. K3 de B2’ye mızrağını saplar.

Olay çabuk duyulur. Beyazlar vahşi kızılderililer balonunu üflerler. Kızılderiler ise hem tek yaşam kaynaklarını yok eden, hem de üstüne üstlük artık  patlayan boruları ile kendilerini de öldüren beyazları düşman ilan ederler. Savaş baltaları toprakdan çıkarılır.

Herkes temkinlidir. B7 ve grubu, K9 ve grubu ile kapışır. B4, K5 ile. Amiral battı başlar.  Gruplar birbirlerini gördükçe kendilerini savunmak için karşısındakini öldürme yoluna giderler. Ölü sayısı ve akabinde düşmanlık artar.  Ok yaydan çıkar.  Kızılderililer göz göre göre öldürülüyor, beyazlar her gün çoğalıyor ancak kızılderili tehditi de artıyordur. Galiba bu topraklarda birinden biri yok olmalıdır.

Bıçak kemiğe dayanmıştır. K8 ve grubu beyazları topraklarından atabilmek için beyazların çftliklerine saldırırlar.  Hikayenin kahramanı dünyanın en iyi insanlarından biri olan B1, K8 ve ekibi tarafından kafaderisi de yüzülerek öldürülür.

B1’in oğlunun kafasına, olayın her sahnesi kazınır.

Çatışmalar şiddetlenir. Ölüler dağ olur, acılar dağ olur. Takkeler öne barış çubukları yere, baltalar toprağa konur düşünülür. Sakin olunmalıdır. Bu topraklar herkese yeter.  Napıyoruzdur biz? Liderlerden  B13 ve K1 biraraya gelip anlaşma imzalarlar. Artık birbirlerini rahatsız etmeyecekler, bizonları yok yere öldürmeyeceklerdir.

Bir rahatlama olur. Bahar gelir, sular çağıldar.

B1’in oğlu büyür. Dünyanın en iyi isanı olan babası B1’in intikamını bu vahşilerden almak zorundadır. O sahneyi hiçbir  barış anlaşması zihninden silemez. Gider K1’i öldürür.

Kızılderililer ayaklanır, beyazlar barış yapmalarına rağmen kabile liderlerini öldürmüşler, çatal dillerini gene  göstermişlerdir. Çatışmalar tekrar artar. Artar. Daha da artar. Hep artar. Sürekli artar. Arttıkça artar. Ne biçim artar…

Tüm döngü şiddetlenerek devam eder. Ara verildikçe, barış imzalandıkça daha şiddetli başlar. Çünkü akıl bitmiştir. Çünkü babası/çocuğu/anası/yari gözleri önünde öldürülen biri düşünemez, idrak edemez, içgüdüsünün gereğini yapar. Savaş artarak sürer. Ta ki taraflardan biri gerçekten öbür tarafı yenene kadar. Üstelik bu savaş adil olmayan bi savaştır. Beyazlar kızılderilileri yok eder. Bir avuç kalanı da rezervasyon denilen kamplarda  yaşamaya mahkum edilirler. Çayırlar artık onların değildir.

Bu savaş kurgusu dünyadaki savaşların neredeyse hepsine tıpatıp uyar.  Çoğu savaş da kızılderililerinki gibi bitmez. Küresel dünyada kızılderililer gibi saf rakipler yoktur artık. Herkes haklıdır. Herkes ama herkes istisnasız haklıdır. Savaş başlayınca her ne kadar akıl biter,  savaş kendi bilincini oluşturur, savaş simsarları belirip olayı suistimal ederse de herkes gene haklıdır.

Bir taraf isyan edene der ki  “durmazsanız sizi öldüreceğiz” isyan eden öbür tarafa der ki “bizi öldürürseniz durmayacağız”  Zenon gelsin de paradoks görsün.

Zagor  savaşın bu şekildeki tekniğini ve  kurgusunu çözmüştür. Körlemesine taraf tutmaz. Beyazlardan yana da olur, kızılderililerden yana da. Peki taraf tutmayınca, Nasreddin Hoca gibi herkese "sen de haklısın" dedikçe nasıl çözülür bu işler. Nedir çözüm?

Çözüm gerçekte yoktur. Çözüm, çözümün olmadığını idrak edebilmek ve artık bu işin olmayan çözümünü , sihirli düğmeyi, büyülü değneği aramak yerine insanlığın bugüne kadar oluşturduğu ortak  prensiplerde, asgari müştereklerde anlaşabilmektir. Örneğin insan öldürmemek bu prensiplerden biri olabilir. Belki insanoğlu ileride daha başarılı ve herkesin mutabık kalacağı başka prensipler de bulabilir.  Bu prensiplerde anlaşıp onun dışındaki her şeyi ama her şeyi tartışabilir.

Düşünsenize, şu an yeryüzündeki bütün düşmanlıklar aynı kalıp insanları öldürmek  ilahi bir güç tarafından yasaklanıp imkansız hale gelse idi, belki çözüm için daha akli yollar bulabilirdik. Öldürmek hile yapmak gibi. Böylece insanoğlu hile yapmadan oyunu sürdürebilirdi. O yüzden ne şiddeti kabullenip taraf olmak, ne de kendini ondan soyutlamak bir işi yaramıyor,  yaramayacak. İnsanoğlunun prensiplere ihtiyacı var.

“E abi başlıkta kürt falan dedin, bize okuttun iki  metre yazıyı, hani kürt” dediğinizi duyar gibiyim.  Ben size ne diyeyim artık. Zagor okuyun anlarsınız.

Cuma, Haziran 24, 2011

Zagor Poşete mi Girdi?

Bu haftaki malzememiz  Çrop’un da yöneticisi, çizgiromancı Ümit Kireççi’den. Miray Sahaf’ın dış vitrin rafından çekilmiş bir kare. Zagor poşette. Kapaktan anlaşıldığına göre Zagor  gene manyak bir maceraya girmek üzere. Beyaz kadın ticareti  yapan adamlar Darkwood’a musallat olmuşlar da Zagor’da sermayeleri kurtarmış gibi.  Çizimler çok gerçekçi.
“Hey adamım nesin sen ha?” dediğinizi duyar gibiyim. Heey! Sakin olalım! Önde başka bir kitap var. Zagor henüz poşete girmedi.  Daha doğrusu muzır bulunarak poşete girmedi. Yani "Muzır Kurulu" henüz Zagor’u okumadı da diyebiliriz. Çünkü, Zagor’un Gambit’le, Frida ile, özellikle Çiko ile yalnız başına kaldıkları sahneleri okusalar, bırakın poşete sokmayı, Zagor’u gözleri bantlı bastırmaları muhtemel. Hayır canım, abartmıyorum.

Şirin ülkemizde Muzır Kurulu diye bir kurul var bildiğiniz gibi. Tam adı “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu”  Ben de adını Türkiye’nin yakın tarihini anlatan kitaplardan  biliyordum.  Eskiden yasakların dorukta olduğu dönemlerde sık sık toplanarak  tüm Türkiye’yi muzır neşriyattan korumuşlar sağolsunlar. Ne olacak canım 60’lar, 70'ler, 80’ler, zor yıllar, darbe dönemleri, olur öyle deyip geçmiştim ki, geçen haftalarda  yedikleri nane ile bu kurulun halen ayakta kaldığını hayretle gördüm. Evet halâ yayına neşriyat  diyen adamlar vardı ve bunlar toplanıp kafalarına göre bazı yayınları muzır bulup yasaklayabiliyorlardı.

“Kimdi bu adamlar? Neye göre, kime göre muzır tanımları vardı? Kuralları, yaptırımları, çalışma prensipleri neydi acaba” diye küçük bir araştırma yaptım ve hayretim gitgide arttı. Tıpkı Martin Mystere’deki “Kara Adamlar”a benzeyen bir örgüt ile karşı karşıyayız. Haklarındaki yazılı bilgi Kara Adamlar'dan daha az. Ne bir web sitesi ne bir broşür. Sadece “küçükleri muzır neşriyattan koruma kanunu” adlı bir kanun maddesi ve bu kanun maddesine göre kurulup toplanan 10 kişiden oluşan, Başbakanlık’a bağlı  bir örgütün bilgisine sahibiz. Örgüte sadece 15 yıl boyunca kamu görevi yapmış bazı özel kişiler girebiliyor. Daha doğru ifade ile örgüt onları buluyor. Yoksa giriş yapılacak bir örgüt, başvurulacak bir insan kaynakları uzmanı, cv gönderilecek bir mail adresleri yok.

1927’den beri iş başındalar.  Tabi bu resmi olarak bildiklerimiz, yoksa örgütün  Türkler’in ortaya çıkışana kadar gittiği konusunda epey söylenti var. Örgütün  ilk üyeleri aramızda bile yok ancak öyle kadim bir topluluk ki, aynı kafa, aynı mantalite yıllara meydan okurcasına devam ediyor.  Amaçları aynı “Kara Adamlar” gibi toplumu derinden sarsacak, yazılı tarihi değiştirebilecek, kaos yaratacak her türlü girişimi ne pahasına olursa olsun engellemek.  Geleneksel ahlâkı korumak.  Örneğin ataları 1455’de kurulan modern matbaayı 280 yıl kadar memleketten uzak tutmayı  başarmışlardı.

Bu güzide kurul geçtiğimiz haftalarda Harakiri adlı mizah dergisini muzır bularak, artık  poşette satılması kararını aldı. Derginin bu karardan sonraki sayısı zaten poşetsiz olarak dağıtılmış bulunduğundan, üstüne  100.000 TL de ceza keserek derginin dibine kibrit suyu döktü. Dergi iflas etti.

Hatıralar canlanıyor: Dövüş Kulübü, Gösteri Peygamberi, Tıkanma gibi müthiş kitapların yazarı Chuck Palahniuk’un "Ölüm Pornosu" kitabına soruşturma açan, çevirmeninin ifadesini alan, yayıncısına dava açan da bu kurummuş meğer.  Çıplak Şölen/Naked Lunch kitabının yazarı William S. Burroughs’un “Yumuşak Makine” isimli kitabına da bunlar soruşturma açmışlar.

Muzır ne demektir?  Küçük  ne demektir?  Kaç yaşları küçük kabul edilir? Küçükler Muzır yayınlardan nasıl korunur?  Bunlar bu kadim örgütün üyesi 10 kişinin  zekası, anlayışı, tecrübeleri ile şekilleniyor.  Konu ikircikli. Gerçekten korunması gereken küçükler söz konusu olabilir. Örneğin bu kurulun zihniyetinden korunması gereken küçükler mevcut. Ancak icraatları ortada. Bu adamların  (evet içlerinde bir tane kadın var diğerleri adam. yani genelleyip “adamlar” diyebiliriz) edebiyattan hiç ama hiç anlamadıklarını kolaylıkla söyleyebiliyoruz. Keza mizahtan, karikatürden de nasiplerini almadıkları ortada.

Martin Msytere bile başa çıkamıyor Kara Adamlar’la biz ne yapacağız? Onlar her yerdeler. Cehaletle, muhafazakarlıkla, dinle, kadim öğretilerle, binlerce yıllık otomatik tecrübelerle besleniyorlar.  Kara Adamlar'a şimdilik,  yüksek sesle “allah belanızı versin” demekle yetinelim.

Perşembe, Haziran 16, 2011

Zag-art

-Zagor, bendesin!
-Zagor buraya.
-Bendesin.
-Buraya Zagor. 
-Zagor, rüzgar esiyor, yıllardır onu görmemişsin, 
-Birden karşılaşıyorsunuz.
-Çıkar hocam üstünü! Çıkar çıkar komple. 
-Savur tshirtünü biraz.
-Ver kendini rüzgara.
-Bendesin şimdi, gözlerini kıs.
-Pazularını kas biraz, biraz daha… tut nefesini… tamam süper! 

Cuma, Mayıs 27, 2011

Hellingen Kime Benziyor?

Entarisi ala benziyor.
Şeftalisi bala benziyor.
Çatlak profesör tipiyle,
Hellingen kime benziyor?

Üstte saç çıkmıyor.
Yanları uzatıyor.
Bu imaj anlayışı ile,
Hellingen kime benziyor?

Ben sana düşmanım diyor.
Dünya onun olacak sanıyor.
Bu devirde bu kafayla,
Hellingen kime benziyor?

Bıkmıyor, usanmıyor.
Her delikten çıkıyor.
Buruşuk dede siniriyle,
Hellingen kime benziyor?

Laftan, azardan anlamıyor.
Dayaktan kötekten bıkmıyor.
Kafadaki çentiğiyle,
Hellingen kime benziyor?

Kah kabileleri ayartıyor.
Kah uzaylıyı kışkırtıyor.
Bitmeyen kiniyle,
Hellingen kime benziyor?

Bir gün robot yapıyor.
Bir gün gemiye takıyor.
Zehir gibi kafayla,
Hellingen kime benziyor?

Yenilse de takmıyor.
İdealinden vazgeçmiyor.
Aslında biraz da,
Hellingen bana benziyor.
 
                    Darkwood/1846

Cuma, Mart 11, 2011

Lakros (Lacrosse)

Kızılderililer hakkında bir bilinmeyen daha Zagor ile açığa çıkıyor. Sene 1800’ler. İngiltere’de ilk defa tenis oynanmaya başlıyor.  1820’li yıllarda ise gene İngiltere’de ilk Rugby ligi kuruluyor.  Aynı yıllarda Amerika’daki yerliler ne yapıyor peki? İki tane raket  bir tane deriden mamûl top ile Tenis’e,  kocaman direklerden oluşan kale ile de Rugby’ye göz kırpan; adına Lakros (Lacrosse) dedikleri enteresan bir oyun oynuyorlar. Oysa oyunun kökeni, Rugby’den de, Tenis'ten de eski. Üstelik öz be öz Kızılderili mamulü.

Kurallar günümüzdeki müsabakalar gibi karmaşık değil. Çift raketle oynanıyor. Topu ellemek yasak. Elleyenlere hakem tarafından işkence direğinde bir gece kalma cezası  veriliyor.  Amaç basit: Raketle vurarak topu kaleden geçirip gol atmak. Oyuncuların raketlerle birbirlerine vurması serbest.  Faul o yıllarda henüz net değil tabi. Giden oyuncuyu rakip ceza sahasında ok ile vurmak faul. Top ormana kaçınca atan alıyor. (atanalırspor)  Bir elin parmaklarında devre, iki elin parmaklarında biter kuralına göre bir taraf 5 gol atınca devre olup yer değiştiriliyor. Akabinde 10 gole ulaşan oyunu kazanıyor.

Görüntülerde  Wyandot gücü ile Seminol Boğaları arasında geçen bir müsabakayı görüyorsunuz.  Wyandotlar 4-4-2 taktiği ile savunma ağırlıklı bir oyun kurgusu yapmış. Kendilerinden olan forvet Zagor ile ani kontraataklarla golü bulmaya çalışacaklar.
Lakros eskiden beri, spor vasfının yanında kızılderili kabileleri arasında çok yaygın olan anlaşmazlıkları çözmek için de kullanılagelmiş,  böylece karşı tarafın erkekleri ava gidince, kabilede kalanları öldürmek  şeklinde olan  ezeli düşmanlık  Lakros maçlarına tekamül etmiştir.  Ancak vizyonsuzluk ve bazı talihsizlikler burada da kendini göstermiş, geliştirilemeyen kurallar, maçların gitgide bizim futbol maçlarında olduğu gibi kanlı bıçaklı, oklu baltalı oynanmaya başlaması, arkasında sağlam bir federasyonun bulunmaması gibi sebeplerle bu güzel spor dalı kabileler arasında yok olayazmıştır.


Kızılderililer’in Lakros’a “savaşın küçük kardeşi” demesi boşuna değil. Bazı maçlardan alınan karelerde de gördüğünüz gibi oyun adeta centilmence yapılan bir savaş gibi oynanmakta,  kafa, göz, çene ellere verilmektedir. O zaman baklava da yok. Yenilenlerin kafa derisi yenenlerin kemerini süslüyor mecburen.
Zagor hemen her sportif faliyetindeki üstünlüğünü burada da gösteriyor. Çevikliği ile sahada basılmadık yer bırakmayıp dört dönerken, nişancılıkta olan hünerini golcülükte de gösterip her vuruşunu golle süslemesini biliyordu. Zagor’un hırsı bu tür müsabakalarda iyice açığa çıkıyor, önüne çıkanın pekmezini akıtmaktan çekinmiyordu.
Kızılderililer artık yok. Oysa tarihin akışındaki küçük bir değişiklik Kızılderilileri Amerikalılar tarafından yok edilen bir halk olarak değil, Lakros’un kurucusu, hatta dünyadaki entertainment sektörünün önde gelen aktörlerinden  biri olarak tanıtabilir, yaşadıkları bölgeden Las Vegas gibi bir başarı hikayesi çıkabilirdi. Bakın aynı yıllarda icat edilen Tenis, Rugby ve hatta ondan türetilen Amerikan Futbolu’na. Milyonlarca  kişi, ilgili müsabakaları canlı olarak izliyor. Arkasındaki milyalarca dolarlık devasa bir sektör var. Lakros’un kurucusu, son kalan bir avuç kızılderili ise kendilerine özel ayrılan rezerv bölgelerinde yaşamaya çalışıyor.  Kızılderilileri yok eden Amerikalılar ise  Cherokee (jip), Apache (helikopter),  Pontiac (otomobil), Cayenne (jip), Fox (tv kanalı),  Black Hawk (helikopter)  gibi markalarla kızılderililerin etinden, sütünden, derisinden faydalanmaya devam ediyor.

Günümüzde Amerikan Çizgi-Romanı (comics) süper kahramanlarının, daha naif  ve mütevazi diyebileceğimiz İtalyan Çizgi-Romanı (fumetti) kahramanlarına olan her türlü baskısı, her ne kadar bilinçli olmasa da geçmişteki  Amerika-Kızılderili asimilasyonunu hatırlatıyor, tarih tekerrürden ibarettir klişesini bize  söylettiriyor.  Zagor’un geçmişte kızılderilileri korumak için Amerikalı'lara karşı verdiği mücadeleyi şimdi Zagor'un yayınevi gene Amerikalılara karşı veriyor. Sembolizmin dibine vurmuşken didaktik bir final yapalım:
Lakros günümüzde Amerika ve Kanada’da özellikle okullar arasında halâ oynanmakta, kızlarda olmasa da erkeklerde raket ile rakibe girişme halâ faul olarak sayılmamaktadır.

Pazar, Şubat 20, 2011

Bandana Karizması

90’ların başında ben de bandana taktım. Bandanayı “bandaaana” diye telaffuz ettim. Taktım,  Çünkü "Evimiz Hollywood’da" dizisindeki yakışıklı çocuklar da takıyordu. Levis, Lee vbg ünlü markaların şekilli bandanalarına epey paralar verdik. Bandana bağlamayı bilmek, Ortabir’de kravat bağlamayı bilmek kadar taraftar topluyordu etrafınıza.  Sanki Mustafa Kemal bandana devrimi yapmış gibi, irili, ufaklı, yamuk kafalı, beton kafalı tüm gençler bandana takıyordu. Topluca delirmiştik. Hepimiz kendimizi dizideki gibi yakışıklı hissediyorduk. Neyse ki ilgili furya bir – iki sene gibi kısa bir  sürede bitti de alt nesillere aktarılamadı. Sonraki yıllarda sadece bandananın  değil diğer enteresan aksesuarların da tek başına işe yaramadığını, bunların gene sadece yakışıklılarda işe yaradığını anlayacaktım.

Bandana erkekler için iddialı bir aksesuar. Günümüzde taktığınızda onu kaldıracak karizmanız yok ise aynı Hıncal Uluç fuları takmış bir liseli gibi  adamla öyle bir dalga  geçerler ki, taşak yetmezliğinden ölebilirsiniz.
Zagor'umuzun bandanadır, pirinç kolyedir, iskelet anahtarlıktır, bu tür aksesuarlarla işi olmaz bildiğimiz gibi. Kendisi genel itibari ile sinekkaydı bir kahramandır. Düzenli olarak traşını olur. Tip itibari ile gördüğünde "al şirketine müdür yap" denilecek efendilikte bir adamdır. Bununla birlikte bazı maceralarda traş olamadığından ötürü Zagor’u sakallı gördük. Zagor’un Afrika’ya gittiği ve çöllerde sefil olduğu bu macerasında ise hem kirli sakallı hem de bandanalı bir Zagor ile karşılaşıyoruz. Kızgın güneşten korunmak için hem Zagor hem de Çiko bandana takıyorlar. Takıyorlar da; bu, adeta kişideki toplam marjinal karizma oranına göre tipe uyum sağlayan bandana  hem Zagor’da hem de Çiko’da hiç uyumsuzluk göstermiyor. Hadi Zagor zaten yakışıklı karizmatik bir adam, normal diyelim de, Çiko bile kirli sakal ve bandana ile at hırsızıyla Antonio Banderas arasında gidip gelen bir karizma kıvamını tutturuyor. Ne yazık ki çölde dişi yoğunluğu çok az. Bu tiplerle Darkwood’da çok can yakabiliteleri olsa da çölde sefaletinizi tasdiklemekten başka bir işe yaramıyor. Çiko’nun belalı aşkı Kabak Çiçeği Çiko’yu bu halde görse mesela direkt yer Çiko’yu. Çikorella gibi olmuş, şokella gibi olmuş adam.
Bu macerayı ve ilgili kareleri çizip bize malzeme sağlayan Andreucci’yi şahane çizgilerinden ötürü ayrıca tebrik etmeyi bir borç telakki edip ifa ediyorum. Tebrikler.

Cuma, Şubat 11, 2011

Tedaviden Önce - Tedaviden Sonra

 Ohaa! Diyoruz sevgili Zagor’a bu sefer. Bütün ormanı ateşe mi verelim? Ne yaptın abi sen?

…Orman içinde gizlenen düşmanlar var. Zagor da ormanı ateşe verip düşmanları açığa çıkmaya zorlayacak aklınca. E n’olacak ormandaki börtü böcek, öğlen yemeğinde avladığın tavşan, zıp zıp üzerinde gezdiğin ağaçlar? Bunları düşünmüyor tabi. Ki sen ormanın adamısın zaten. Ormanda senden nasıl saklanabilir bir düşman?  Gir ormana tek tek tüm taburu yok et.  Senin için çocuk oyuncağı.

Ama kızmayın Zagor’a dostlar. Tipinden de anlaşılacağı gibi gençlikden gelen bir kare bu. Genç iken yaptıklarımı düşünüyorum da Zagor’a hiç kızasım gelmiyor. Zagor da gençken, Zagor olduktan sonra bile toyluk çekti epey. Esasında en büyük gücünü oluşturan tecrübesine öyle  ha deyince ulaşmadı. O zamanlar genç tabi, kanı kaynıyor. Kendine güveni de fazla yok, doğayı da iyi tanımıyor. Bakın, ne fikrinin fikirliği var ne yanındaki adamın adamlığı. Zaten tüm musibetin ortadaki adamdan çıktığı da belli tipten. Öyle balta mı olur a herif? Fular takmış bir de. Çete lideri misin, Süper kahraman mısın sen? 30 kiloluk taşı bileğim kalınlığında oduna bağlamışsın da nasıl savuracaksın onu?  Onu kaldırmaya çalışırken karşıdaki adam yanına gelip tokatlamayacak mı seni? Komik misin sen?   “Gel” diyecek Zagor’a “benim balta bir vuruşta 10 kızılderiliyi götürüyor yeminle, hadi dalalım Pawneeler’e, geçen sana küfretmişlerdi” deyip Zagor’un da aklını çelecek. Bulaşmış Zagor’a, onun da başını yakacak musibet iblis.

Neyse ki Zagor ormanı yakmıyor. Daha sonra da macera üstüne macera yaşayıp, vizyonu gelişip fikirleri de olgunlaşıyor. Bir Greenpeace üyesinden daha militan bir çevre aktivisti olup çıkıyor. Geçenlerde baya baya Ken Parker gibi işin felsefesine  bile iniyordu. Yakışır Zagor’a.