Cuma, Nisan 30, 2010

Türk Zagor Levent Çakır


"Zagor aslında Türk müdür" adlı yazımızda Zagor ile Türklerin bağını irdelemiş ve ırgalamıştık. Aslında teknik olarak, yaşayan ve nüfus kağıdında Zagor, uyruğunda TC yazan bir vatandaş var zaten. Bundan gayrı bir de sinemadaki Türk Zagor var. Levent Çakır. Onu anmadan Zagor külliyatı yapmak mümkün değil.

Asıl ismi Şükrü Ocak olan, 1950 Edirne doğumlu tam bir Yeşilçam emekçisi Levent Çakır. Zaten Türk Sineması'nda, dublör, figüran, başrol, yanrol, aktör, aktirist, ofisboy, malzemeci vbg. bir sürü ünvanı aynı anda üzerinde taşıyan onlarca sinema emekçisi gibi gönlümüzde yeri bâki iken, bir de çoğu çizgi-roman uyarlaması filmde karşımıza çıkmış, Kızıl Maske'den, Maskeli Üçler’e, Süper Adam’dan Betmen’e envayi çeşit kahramanlı filmde boy göstermiş, efsane iki adet Zagor filminde de Zagor rolünu canlandırıp Türk Zagor olarak ismini tescil ettirmiş, kendisini Zagor kadar sevdirmiştir.


1967 yılındaki ilk filmi "Bozkurtlar Geliyor"dan 2008 yılındaki “Zırtık Mafya” dizisine kadar 97 adet film ve dizide boy göstererek, sektörün içerisinde yoğun olarak çalışmış, ömrünü Türk Sinemasına adamış, ismini Fantastik Türk Sineması'na altın harflerle yazdırmış, akabinde memleketi Edirne’de sahibi oldu kıraathaneyi işletmeye başlayıp, beyaz sakallı tonton bir dedeye dönüşerek Türk sinemasından emekli olmuştur.

“Ne olacak abi, onlar zamanında işlerini yapmışlar nedir bu gönül borcu” diyecek rasyonellerin asla anlayamayacakları bir bağ vardır sevenleri ile arasında.

Türkiye’de Zagor ile ilgili olarak üç filmin adı geçer ki aslında bu sayı tam olarak gerçeği yansıtmaz. 1970 yapımı, Mehmet Aslan’ın yönetip Cihangir Gaffari ve Yılmaz Köksal’ın oynadığı "Zagor" filminin, ismi dışında çizgi-roman kahramanı Zagor ile en ufak bir alakası yoktur. Bu filmde Cihangir Gaffari, yani filmdeki adıyla Zagor dört tane eleman tarafından dolandırılan akabinde bir ustadan ders alıp intikam olayına giren bir kovboy’u canlandırmaktadır. Film ibret için dahi seyredilemeyecek kadar kötü ve saçmadır.
Bu filmden hemen bir sene sonra Nişan Hançer, sevgili Levent Çakır’ı Zagor yaparak, "Zagor Kara Bela" ve "Zagor Kara Korsan'ın Hazineleri" adıyla iki adet harbi Zagor filmi çekerek dünyada bir ilkin sahibi olmuştur. İlk filmde Kara Bela adlı haydutla savaşan Zagor, ikinci filmde Kazma Kürek Bill ile hazine avına çıkmıştır. Her iki film de senaryo, dekor, kostüm, makyaj gibi özetle çizgi-roman’a sadıklık diyebileceğimiz mevzuda çok başarı adledilip büyük övgüler almıştır. Bu iki film de nice Zagorsever tarafından aranmakta ancak geçmişte film şeritlerindeki gümüş kaplamayı çıkarıp satmak için film bobinlerini kazanlarda eriten çakallar sebebiyle bulunamamaktadır. Ancak meraklılarını heyecanlandıran “Bulgar bir adamda filmi varmış, 30 bin dolara satıyormuş” , “filmi bulunmuş yakında çıkacakmış” haberleri düzenli olarak sahafları dolaşır durur. [Eylül 2010 Müjdesi: Filmler sonunda bulundu. Youtube'dan dahi erişilebilir]

Başarılı bir Zagor uyarlaması olarak gösterilen bu iki filmdeki enteresan noktalardan biri Zagor’un ünlü narasının “ahyaak” olarak değil, “yihuuu” olarak değiştirilmesidir. Konuyla ilgili olarak, Türk sinemasındaki hoyratlık gösterilebilecekken hemen onun karşısında, bu durumun telif hakları yasasıyla alakalı belalardan yırtabilmek için bir çeşit sigorta olarak kullanıldığı tezi vardır ki nazarımda gayet de makul bir görüş olarak durmaktadır.
Levent Çakır ile ilgili olarak; bir türlü arayıp bulamadığım bir belgeselden meylederek şunları söyleyebilir: Zagor filminde 15 metre yükseklikten akrobatik hareketlerle atlayıp bir yerini kırmamayı başardığı , "Aybiçe Kurt Kız" filminde, filmin aktrisi "Canan Perver"in dublörü olduğu, tehlikeli sahnelerde atlayıp zıpladığı, seyirci yadırgamasın diye bacak kıllarını tıraş ettiği anılarını yad edebiliriz.

Edirne’ye gidildiğinde arayıp, kahvesini bulup bir çayını içmek, O yıllarla ilgili anılarını kendi ağzından dinlemek, elini öpüp uzun ömürler dilemek her Zagorsever’in boynunun borcudur. Her şey için teşekkürler Levent Çakır, seni hiç unutmayacağız.

Cuma, Nisan 23, 2010

Doc

Adı: Doc.
Soyadı: Lester.
Doğumyeri: Pennsylvania.
Yaş: Zagor’dan hallice.
Kütük: Darkwood.
Veriliş nedeni: Yenileme.

Zagor’un en seviştiği avcı dostlarından biridir Doc. Bir kere hemşehrisidir Zagor’un. İkisi de Darkwood’da yaşar. İri ve yarı bir kişilik olan Doc’un, bütün sene, o tepe senin bu orman benim özgürce avlanan, senede bir kez bir araya gelip “ss avcılar koop. şenlikleri”nde çeşitli eğlenceler ve ziyafetlerle senenin acısını çıkaran avcılardan biri olduğunu biliyoruz. Düşününce insan Doc’a özeniyor: Özgür bir yaşamı seçmişsin. Dilediğin zaman dilediğin şeyi yapabiliyorsun. Doğada yaşıyorsun. En iyi dostun Zagor. Sen Zagor’un, Zagor senin hayatını defalarca kurtarmış. Kardeşten ötesiniz. Avcılar topluluğunda bileğini büken yok. Yarışmaların Zagor’dan sonraki tek galibisin. Bir de kendi hayatınıza bakın. Cep telefonun alarmına muhtaç bir yaşam. Sırası geldi vecizemizi yumurtlayalım. “Tüm alarm cihazları yok edilmedikçe özgürlük ve mutluluk haram insanoğluna.”

Adı, muhtemelen eski mesleği olan doktorluktan dolayı Doc olarak kalmış. Evet insanı afallatsa da Zagor’un can dostu Doc eskiden doktorluk daha doğrusu diş hekimliği gibi naif bir meslek erbabı. Bilmeyen birine birkaç macerasını okutup bir meslek tahmini yap deseniz; avcılık, pankreas güreşçiliği, asfalt kırıcılığı gibi mesleklerden Doktorluğa sıra gelmeyeceği muhakkak. O dolma gibi parmaklarla nasıl tuttun stetoskopu, iğneyi, o kaba avcı dilinle nasıl ettin Hipokrat yeminini a Doc diyoruz kendisine.

Kentte doktorsun, 19. Yüzyılın başındasın. Aynı günümüz Güneydoğu Anadolu’sunda bir köydeki doktor gibi gibi o yörenin bir çeşit kanaat önderisin. Herkes sana hürmet ediyor, saygı duyuyorlar. Sonra bir şeyler oluyor, ormana gidip tam anlamıyla yabanileşiyorsun.Sebebine bakmadan bile ormanda yaşanan bu değişim çok anlaşılır aslında. (yazdık hep bunları) Kendimden biliyorum, en ciddi ortamlarda bile, eğer etrafta kadın yok ise hareketler serkeşleşiyor, dil kabalaşıyor, el/kol avret yerlerinden ayrılmıyor. Bu ortam korundukça ve zamanla evrimde geriye doğru gidip her yerinizden kıllar çıkmaya başlıyor. Omirilik kemiği eğrileşiyor… Neyse bu bahsi kapayalım. “Doc seni anlıyoruz dostum.”

Ne oldu da böyle saygın bir mesleği bırakıp tozun toprağın hastası oldu Doc derseniz, altta gene dramatik bir hikaye var: Lisa adlı, kendinden yaşlı ve zengin biri ile evli bir hatuna abayı yakıyor Doc daha filinta gibi iken. Bir akşam hatun bunu eve çağırınca da tutkularının esiri olarak eve dalıyor ve zengin kocanın cesedi ile karşılaşıyor. Yanında da kanlı bir heykel. Böyle bir ortamda asla kimsenin yapmayacağı tek şeyi yaparak heykeli eline alıyor. Eline kan bulaşıyor. Ay gerisini anlatamayacağım, ruhum daraldı klişeden.

Gerisi malum. Cinayetle suçlanmasından ötürü kapağı ormana atıyor. Darkwood’un güzelliği karşısında da aynı Lisa’da olduğu gibi esir olup bir daha oradan ayrılamıyor. Böyle klişe bir başlangıca rağmen Zagor’un referansı ile kendini hepimize sevdiriyor. İş aksiyona gelince en önden koşturuyor. Zagor’un girdiği her kavgada Doc’u sorgusuz sualsiz karşı tarafa dalarken görebilirsiniz. Doc için, aynı Zagor gibi, “hiç kendini düşünmeden olayların içerisine duhul etme özelliğine sahip bir azman” diyebiliriz.

Darkwood’da o yıllarda gömlek moda iken, Zagor dahil tüm eşraf gömlek giyiyor iken, Tarık Akan’ın gençliği gibi sürekli giydiği boğazlı kazak ile de diğerlerinden sıyrılır. Yaz kış giydiği boğazlı yaka yüzünden boğazları isilik olmuş ancak branşı olmadığı için tedavi edememiştir.
Doc komşuluk hasebiyle de olsa Zagor’un maceralarında en çok gözüken dostlarındandır. Her sene yapılan geleneksel ss avcılar koop. şenliklerinde mutlaka göreceğimiz Doc’u , bunun dışında, Darkwood’da geçen çoğu macerada bazen başrolde bazen ise figürasyonda görebiliriz. “Nehirde yüzen kütük üzerinde birbirini devirmece” olarak kısaca adlandıracağımız yarışmanın, bazen Zagor’u bile devirecek kadar üstadıdır, şampiyonudur. Kim fitne fücur yapmış, hangi Kızılderili kabilesinin gençleri yaşlı şeflerine kızıp ayaklanmış, hangi avcıyı ayı kapmış, kim ayaklanmış, her türlü musibeti herkesten önce duyar, bilir, Zagor’a yetiştirir. Kısacası Darkwood’un muhtarıdır.

Cuma, Nisan 16, 2010

Yarım Kalmış Maceralar

Acı konusu edebiyattan müziğe, şiirden sinemaya popüler bir konu. İbrahim Sadri de tanımlamış acıyı, Nazım Hikmet de, İsmail YK da, Sartre da, Umut Sarıkaya da. Biri sadece varoluşundan dolayı çektiği acıyı ifade etmiş, biri haksızlıktan doğan acıyı, biri sevda ile ilgili acıyı, biri otobüs molalarında kabarık montu ile hacet gidermeye çalışan insanın acısını. Bazıları samimiyet testinde kalmış bazıları güldürmüş bazıları ağlatmış. Peki Zagorsever bünyenin acıları yok mu? Ohooo, sürüyle: Küçük kardeşin mavi tükenmez kalemle karaladığı Zagor ciltleri, üşenmeden cinsiyet ayırt etmeden tüm karakterlere yapılan sakal bıyıklar.
Yırtılan, üzerine çay dökülüp önce sararan sonra kuruyan sayfalar. Annenin, komşunun çocuğuna verdiği, babanın, sobada yaktığı ciltler. Ve belki de en acısı olan yarım kalmış maceralar.

Bazen anket yapıyorlar, şu kahramanın en beğenilen macerası hangisidir diye. Tümünde cevabım aynı oluyor. Zagor’un ve hatta tüm çizgi-romanların en iyi macerası yarım kalmış macerasıdır.

Zagor ve Çiko derede balık avlarken, içinde kanla yazılmış bir mesaj olan bir şişe buluyorlar. Bir teğmen, ölmeden önce son gücüyle bir şeyler karalamış kanıyla. Rose Valley Askeri Akademisi’nin mahzeninde mahsur kaldığını, ölmek üzere olduğunu, aşağıda müthiş bir şey ile karşılaştığını yazıp Zagor’un ilgisini çekiyor. Zagor durur mu son hızla buraya seğirtiyor. Akademiye girmeden önce yaşlı bir adam buranın eskiden manastır benzeri bir yer olduğunda rahiplerin birbirlerini öldürdüğünü falan da söyleyince ahan da macera diyorsunuz içinizden. Üstüne Zagor akademinin kapısında onu içeri sokmayan nöbetçiyle kavga etmeye başlıyor. Başlıyor başlamasına da sayfalar bitti. Macera yarım kaldı. Bir başkasında Zagor'un boynunda yağlı urgan. Urganın yanında bir not: "Devam edecek"
Bu heyecanlı maceranın devamı gelecek sayıda, ama gelecek sayı nerede? “Devam Edecek” ama nereye devam edecek, nasıl devam edecek? O mahzende ne gördü acaba teğmen. Bir de geçmişte rahipler birbirini öldürmüş acep niye? İçeri de sokmuyorlar. Zagor ne yapacak acaba?

O yarım kalan macera akıldan çıkmaz. Arar tarar sonraki sayıyı bulmaya çalışırsın bulunmaz. Sevgilisi onu terk etmiş liseli aşık gibi kalırsın. Önce iştahsızlık başlar. Sonra umursamaz tavırlar. Arabesk bir psikoloji. Aylar geçer o macera unutulmaz. Başka maceralar okursun yavan gelir. Ulen en güzeli de o maceraymış meğer diye yemeden içmeden kesilir saf acı ile baş başa kalırsın.

Şu anda hap gibi okunan maceralar yüzünden yeni çr okuru eskisi gibi kolay yetişmiyor. Yarım kalmış maceranın acısını ve hatta tadını bilmeyen biri çizgi-romana eski okuyucular gibi damardan bağlanamıyor.

Mogu mogu (Mock and Sweet) diye bir çizgi film var. Müziği, maceraları, bilinçaltında bıraktığı imgeleri ile ile efsane gibi anlatılan bir çizgi film. İnternetteki alt kültürün de etkisi ile yıllar boyunca, “ah o ne güzel bir çizgi-filmdi, maceraları, komiklikleri hele ki müzikleri” diyerek allanır pullanırdı. Bu motivasyonun da etkisi ile bir şekilde ulaştım bu çizgi-filme ve gördüm ki: müziğini ilk duyunca gelen heyecan geçince gayet sıradan, bu yaşta asla seyredilmeyecek bir çizgi-filmmiş. Oysa seyretmeseydim halâ anlatacak, şöyleydi böyleydi diye abartacak ve buna gerçekten de inanacak ve etrafımı da inandıracaktım.

Ya da Clementine örneğini verelim. 80’ler ve 90’ların başında çocuk olanlar hatırlayacaktır, müthiş çizgi-film Clementine’i. Ya da Kara Şimşek’i ve nice eski efsaneyi. Tabi burada özlenen, özlemle anılan, yad edilen ve hatta pazarlanan ilgili yapım değil, tabi ki çocukluğunuz ve gençliğiniz oluyor. Nostalji her devirde iyi fiyatlara satılan, alıcısı hazır bir ürün olarak karşımıza çıkıyor.

Yarım kalmış maceralar da böyle aslında. Birkaçına yıllar sonra ulaşıp teyit ettim. O beni benden alan macera meğer ne kadar tırtmış diye hayıflandım çoğu ve tekrar anladım, en iyi macera yarım kalan maceradır. O yarım kalan macera, yarım kaldığı zamandaki kendimizi hatırlatıyor, tamamlanamaması sebebiyle unutulan maceralar klasörüne taşınmadan, masaüstünde kalabalık etmesine rağmen silmeye kılınamayan dosya misali göze batıp duruyor. Yıllar geçtikçe hayalgücümüzün etkisi ile macera gözümüzde büyüdükçe büyüyor. Acısı azalmasına rağmen eski bir yara gibi arada bir sızlatıyor. Akla düşüp güzel bir final yapmayı bile engelliyor.

Cuma, Nisan 02, 2010

Zagor'un Albümünden (9)

Yahu Çiko, sevgili Çiko, kalın favorili Çiko. Yeşil mintanlı, pantulu bindallı Çiko… Her seferinde seni savunduk; Zagor’un popülaritesi karşısında, hoyrat senaristlerin de gazıyla ezilmene karşı çıktık. Hele ki "Çiko Uzayda" (incelemesi yakında bu blogda) gibi şahane maceralarınla bizi mest ederek daha da gönlümüze girdin. Ancak şu ortamda söylenecek laf mı bu Çiko? Geçenlerde de yatakta çıplacık yatan Zagor’a "ne düşünüyorsun" diye sormuştun.(bkz) Hadi dedik dilin kemiği yok olur arada böyle şeyler. Ancak kör gözüne parmağım tekrar ediyorsun Çiko.

Zaten bir dedikodudur gidiyor. Zagor ile Çiko arasında envayi çeşit münasebetsiz ilişki kuruluyor. Böyle bir ortamda tam namerdin, küffarın ağzına gemi vuruyoruz ki senin incilerin yüzünden gene gemi azıya alıyorlar. Bunlara laf yetiştirmekten Zagor hakkında yazamaz oldum Çiko.

“Neden hala kaygılısın Zagor? Artık Her şey bitti”

Yani denilecek laf mı bu Çiko? Bak Zagor bile cevab verememiş. "mmm" diyerek "vay bana, vaylar bana" diyerek düşüncelere dalmış. Dost var düşman var Çiko. Oteldesiniz, çıplaksınız Çiko. Küvettesiniz, yalnızsınız Çiko. Sabunlu sabunlusunuz Çiko. Böyle bir ortamda. “ “pişman mısın?” “ne düşünüyorsun” “yerden şu sabunu alsana” denir mi Çiko? “N’aptınız da her yeri ıslattınız” demezler mi Çiko? “Kaç posta arabası” diye sormazlar mı Çiko? Neden bizi böyle zor duruma düşürüyorsun a Çiko...