Cuma, Aralık 10, 2010

Zagor vs Türk Polisi


İlk Tahmin: Götürürler merkeze…
Olasılıklar: Gene çok zorlu bir rakip ile karşı karşıyayız.  Türk Polisi’ndeki muhalefet alerjisini biliyoruz. Tarih boyunca görevlerinin gerçekte ne olduğunu asla idrak edemeyip tamamen insani zaaf ve düşüncelerle, karşı taraftan ettiği nefreti işine yansıtan, hele ki kendisini yöneten siyasi odakların direktifleriyle birleştiğinde insanların üzerine katmerli olarak çöken bir teşkilat sözkonusu.  Solcusundan, öğrencisine, alevisinden memuruna, travestisinden, işçisine her türlü muhalif yapıyı, genel çoğunluğun arasında bir şeyler söylemeye çalışanları acımasızca ezen,  “155 Polis İmdat” servisinin yanına “551 İmdat Polis” servisi koysak daha çok aranacağı kesin, tamamen yozlaşmış bir kurum.  Milliyetçi ve islamcı fraksiyonlar dışındaki her türlü görüş, fikir ve topluluğa karşı arslan kesilen, canla başla mücadele eden, kendi canını hiçe sayıp en önde jop sallayan, kendisinin de etkilenme olasılığını dikkate almayıp biber gazlarını düşmanlara yiğitçe savuran insanlardan müteşekkil bir müessese.

Bu işin bir boyutu. Diğer tarafta üç kuruş maaş ile gecesi gündüzü olmayan, ölüm tehlikesi yüksek, zorlu  bir meslek var. Dünya standartlarında mesleki eğitim alamayan, olmak için insani bir özellik ya da bir yetenek aranmayan bir meslek. Bu iki boyut;  polisi, elindeki sopa gibi gören iktidarlarla da birleşince Türk Polisi’ndeki yozlaşma, kastını aşma, amacından sapma, işkence, darp hevesi… özetle çürüme  kolayca anlaşılıyor. Ezilen kitle, biraz yetki alınca diğerini eziyor. Tahlilleri işin ehillerine bırakıp, Zagor'un bu seferki rakibinin çok tehlikeli olduğuna ikna olup, karşılaşmamıza dönelim.

Zagor’un karşısına çıkardığımız rakipleri ikna etmek için öncesinde Melih Gökçek’in deyimiyle fitilleme yapıyorduk.   Ama burada fitillemeye ihtiyaç yok.  155’e bir telefon yetecek.

“Aloo, amirim burada acayip kıyafetli, baltalı falan bir adam var, çok tehlikeli, acil yetişin”

Deriz. Akabinde polisleri beklemeye başlarız. Ama o da nesi?  Gelen giden yoktur. Karakol iki sokak ötede oysa. Bekler dururuz. Zagor’un da canı sıkılır iki saat bekleyince. Neyse ki esnaf yetişir imdadımıza. “Abi gelmez onlar öyle balta malta olaylarında başka bir şey uydurun” der.  Elimizle alnımızı şaklatır ve acemiliğimize yanarız.  Hemen tekrar ararız 155’i.

“Amirim burada öğrenciler var. Anarşik, komünüs şeyler söylüyorl”

sözümüzü bitiremeden tepede helikopter seslerini, akabinde  gelen polis otobüsünü ve içinden çıkıp saniyesinde dizilen dizi dizi çevik kuvveti görürüz.  Şaşkınlığımızı bastırıp, telefonu kapatıp, Zagor’a “fight” deriz alelacele.

Zagor’un karşısındaki 1.500 adet polis, jopları, yani nam-ı diğer Haydar’ları ile  şeffaf kalkanlarına ritmik bir şekilde hızlanıp vurarak ortamı  iyice gerip adeta bir arena havasına sokarlar. Ellerinde balık adam gibi tüp taşıyan bir iki kişi, zirai ilaçlama elemanı edası ile elindeki biber gazı tüplerini tehditkâr bir şekilde sallarlar.

Zagor bu gösterilerden etkilenir, ama çaktırmaz.  “Bana liderinizi çağırın” diye ünler.  Ah be Zagor. Anladım ben seni. Baktın olmayacak liderleri ile dövüşüp yenen kazansın diyeceksin ama karşında  Pawnee’lerden Kızgın Geyik yok ki.  Karşında Türk Polis’i var. Kimler tatmadı ki o jopun tadını bir bilsen.

Bu arada arkadaki panzerin üstündeki hoparlörden bir ses duyulur. “Kırmızılı şahıs, derhal yere yatıp teslim ol”   diye.  Zagor bağırır. “En güçlünüz kimse çıksın karşıma adam gibi kapışalım, Zagor’un sözü bu” der.   Hoparlör “ Şahıs… Kırmızılı, bak o gömleğinin kollarındaki püskülleri yediririm sana, teslim ol derhal” diye devam eder.  Zagor artık sabrının sonuna gelip “AHHHHYAAAAAAAA!!” diye  höykürür adeta. Cümle çevik kuvvet buz keser. Hoparlör bile çığlığın frekansından “zzzzziiizoooiinn” diye cızırdamaya başlamıştır.

5-6 saniye süren ölüm sessizliğini arkalardan “Saldırııın” diye bağıran bir ses bozar. Tüm çevikler aniden taarruza geçer.


Zagor kendisine karşı taarruza geçen 1.500 kişiye karşı hemen bir plan yapar. Önce dalgıca benzeyen öndeki adamlardan birini tutup, tüpteki tüm biber gazını çevik kuvvete boşaltmaya başlar.  Rüzgarı arkasına alıp bir yandan da usul usul geriye doğru geçip arkasına kimseyi almamaya çalışıyordur.  Biber gazını soluyan Çevik Kuvvet’te hoşafın yağı kesilir. Suratlar buruşur,  ellerini dizlerine koyup nefes almaya çalışır çoğu. İlk dalgayı atlatan Zagor arkadan maskeleri ile gelen başka bir grubu görür. Biber gazı ile rüzgarın da etkisiyle maskesiz tüm polisleri saf dışı bırakan Zagor baltasını çıkarıp maskeli 50’ye yakın polise sıradan dalar.  Her ne kadar baltasını  “hard” moduna getirip en sert vuruşlarını da yapsa, robokop kıyafetli polisleri ancak sersemletebiliyordur. Bir beş dakika boyunca mücadele sürer. Zagor jop darbeleri alsa da halâ ayaktadır.  Manzara şöyledir. Yaklaşık 50 kişilik robokop polis grubu Zagor’u çembere almış boyuna onu jopluyorlar, Zagor’da  allah ne verdi ise çemberde kendisine en yakınlara baltası ile ekleştiriyordur. Ancak Zagor artık yorulmaya başlar. Arada yere düşer, kalkar, çömelir, mücadeleyi sürdürür. Üstelik göz ucu ile de olsa, ilerideki otobüslerden, mp5 otomatik silahlı takviye çevik kuvvetlerin de geldiğini görür.  “Bazukalar falan da meydana çıkmadan sıvışmalı” diye aklından geçirir de nasıl sıvışacaktır bu cehennemden?
Gerçekten karşılaşmanın bir anlamı kalmamış, yüzlere kişi tek bir kişiye saldırır durumdadır.  Zagor’un aklına bir fikir gelir.  Birden hazırolda durup, “Koooorkmaaaa, söönmezz buşş afaaaaak…. Lardaaaa yü  zeeeen” diye istiklal marşımızı söylemeye başlar. Çevik kuvvet afallar. Hepsi vurmayı keser, aralarında hazırola geçenler olur.  Zagor fırsat bu fırsat diyerek çemberi yarıp o sırada ilerideki caddeden geçmekte olan 28T numaralı İETT otobüsüne kendini atıverir.  Karşılaşma biter. Türk Polisi’ni kimse yenemez. Ee, Zagor’u da tabi.

Bu arada, Zagor’u görüyor musun?  Ertuğrul Özkök, Sertar Ortaç, Melih Gökçek diye Türkiye’ye gele gide İstiklal Marşı'ndan, İett'ye kadar öğrendi valla her şeyi . Allah bilir cebinde akbili bile vardır.