Cuma, Haziran 25, 2010

Zagor Küfürleri

Küfür etmek, hele ki güzel küfür etmek ustalık gerektiriyor. Can Yücel “göt” dediğinde gülüp beğenirken, Recep İvedik “göt” dediğinde tiksinebiliyoruz. Küfür sadece kelimelerden oluşmuyor, söyleyenin kişiliğinden, tavrından ve hatta tonlamasından farklı anlamlara bürünebiliyor.

İşin, toplumu ve onun ahlaki gelişimini ilgilendiren ikircikli yönü sebebiyle hakkını vererek tartışılamayan nice konudan biri olan küfür Zagor ve bilumum çizgi-romanda yok sayılıyor. Zagor’da ve hatta istisnalar dışında tüm çizgi-romanlarda ağız dolusu, sunturluca küfür edilmemesi biraz bize de benziyor aslında. Aynı Türk Filmlerindeki gibi en müşkül, en hak edilmemiş durumlarda, adamın beşikten mezara sülalesine tecavüz ettikleri durumlarda bile esas oğlanın ağzından en fazla “alçak” en fazla “melun” dediğini duyuyoruz. Tıpkı Zagor gibi.
Zagor sevgisinin kökenlerinden biri de bu olmalı. Hepimiz biraz Zagor ve hepimiz biraz Türk Filmi’yiz aslında. Ömercik, Sezercik gibi minik Bilmemnecik’lerin ağzından “abi” ye “ağabey” dedirtecek kadar sahte, aşık olup, ince hastalıktan ölecek kadar narin, bir adet tek fişekli tüfekle hiç doldurmadan, otuz el ateş edecek kadar komik, namus belasına verilen can kadar, “Vurun kahpeye” diyebilecek kadar gerçek, “İpne makinist, parça koy parça” diye bağıracak kadar medeni cesaretli, fakir ama gururlu, yenilen ama ezilmeyen…
Eğer filmin başında ölürsek, mutlaka bize tıpatıp benzeyen bir oğlumuz çıkar meydana. Güzel olduğumuz kadar da küstahızdır. “Anneciğim, bu amcayı çok sevdim, ona baba diyebilir miyim” diyecek kadar şefkate muhtaç, “Benim de senin yaşlarında bir oğlum vardı evladım” diyecek kadar acılar çekmiş, asla kovulmayan, kovulduğunda “hayır siz kovmuyorsunuz, ben vazifemden istifa ediyorum” diyen, kafasındaki sargılar açıldığında kör olan, araba çarptığında gözleri açılan, “Hayır durun, Ferit suçsuzdur, aradığınız suçlu benim” diyecek kadar dürüstüzdür.

Vücudumuza sahip olabilirler ama ruhumuza asla. “Sen arkadaşımın aşkısın” diyerek aradan çekilir, “Babanın kanını yerde koma oğul” diyerek araya gireriz. “Yaa, Justinyanus, buna Osmanlı Tokadı derler” diyerek bütün milletleri dize getiririz. Evlenince sadece pembe panjurlu bir ev isteyecek kadar minimalist, öleceğini öğrenince sevgilisi üzülmesin diye ona “Seni sevmiyorum, seninle oyun oynadım, bunu anlamadın mı hala” diyecek kadar denyo, “Sevgilim ne kadar mesudum, mutluluğumuz bozulacak diye çok korkuyorum” diyecek kadar paranoyak, “Tıp da bir yere kadar ancak tanrıdan ümit kesilmez” diyecek kadar gerçekçi, “Sen kaç yiğidim, ben onları oyalarım” diyecek kadar fedakarızdır.

Sırtımızda taş taşır ama oğlumuzu ya da kardeşimizi okuturuz, sonra o çocuk savcı olup bizi tutuklar. “O kızla evlenirsen, seni mirasımdan mahrum, evlatlıktan men ederim” diyecek kadar ataerkil ve otoriterizdir. annemiz biz doğarken ölür, okulda çocuklar bizle alay eder, tatillerde simit satarız. Ne kadar çok sırrımız vardır. sevdiğimiz kızın yıllar önce kaybolan kardeşimiz olduğunu zifaf gecesinde öğrenecek kadar talihsizizdir. Ne kadar da bedbahtızdır. en güvendiğimiz arkadaşımız, sevdiğimiz kızı elimizden alıverir. Hepimizin sesi yanıktır. Ne zaman şarkı söylemeye başlasak, o sırada oradan geçmekte olan bir gazinocular kralı tarafından keşfedilir ve meşhur oluruz. Ve fakat parayla saadetin olmadığını anlarız. sevdiğimiz kıza bir türlü onu sevdiğimizi söyleyemeyecek kadar utangaçızdır. Geç kalıp kızı başkaları yediğinde alkole veririz kendimizi. Bütün meyhaneciler kalender, halden anlayan insanlardır, bize nasihat ederler. İyi içeriz, dışarılarda nara atarız, saçlarımız, sakallarımız uzar, berduş oluruz. Fazla yaşamaz, çabuk ölürüz, arkamızdan birileri mutlaka sessiz sessiz ağlar. Hepimiz yakışıklıyızdır, çirkinsek bile kral oluruz.

Bizim tertemiz hislerimizle oynarlar hep. Evleneceğiz deyip bekaretimizi bozarlar, sonra da karşı dairede oturan zengin kızıyla evlenirler. Biz de kötü yola düşeriz. Hayatımızı anlatsak roman olur nobel ödülü alırız. Bizde her şey keskindir, korkutucu bir gerçeklik hüküm sürer. Her şey aniden olup biter, hep bir şeyleri kaçırırız ama telafisi yoktur. Bu yüzden bizim filmlerimizin ikincileri, üçüncüleri çekilmez. “SON” yazdığında her şey biter bizde. Ağlarız ama kabulleniriz, metanetliyizdir.

Hepimiz biraz Hulusi Kentmen, hepimiz biraz Aliye Rona, Hepimiz biraz Ali Şen, hepimiz biraz Türkan Şoray, hepimiz biraz Türk Filmi’yiz aslında. Her filmin mutlu sonla biteceğini sanacak kadar da safızdır. Dudaklarımızın kenarında nereden geldiğini hatırlamadığımız hafif bir tebessümle kalıveririz.

Hayatımız da, filmlerimiz de, çizgi-romanlarımız da bizim gibi naif ve gerçeklikle olan bağları sakattır. O yüzden Zagor hiçbir zaman “siktir” çekmez, “fuck you” ya da “cazzo” demez, diyemez, ağzına yakışmaz. “Yılan soyu, Çakal soyu, Lağım faresi, Alçak, Mel-un, Nobran” şeklinde usturupluca söver can dostunu bile öldüren hayduta. Daha küfürbaz ve Zagor’a göre daha zayıf ahlaki temelleri olan Çiko’nun küfürleri ise eski bir çizgi-roman geleneği olan kurukafa, şimşek ve benzeri olumsuz simgelerle ifade edilir ve gerçekle olan bağından bu şekilde koparılır. Zagor evreni Türkiye’ye yakınsar. Limit sıfıra gider...

Cuma, Haziran 18, 2010

Darkwood (Yiğidin Harman Olduğu Yer)

Yüzölçümü: 1.250 m2
Yönetim Biçimi: Cumhuriyet
Bitki Örtüsü: Komple ağaç.
İklim: Ilıman
Yer altı Kaynakları: Altın
Geçim Kaynakları: Avcılık, gasp.
Ulaşım ve Taşımacılık: Drunky Duck

Pennsylvania eyaletinin hemen kuzeybatısında gerçekte var olmayan bir bölgedir Darkwood. Zagor’a “hemşerim esas memleket nere” diye sorarsanız alacağınız cevaptır. Zagor Darkwood'da doğmuş, çocukluğunu Darkwood'da geçirmiş ve halen de Darkwood'da yaşamaktadır. Her ne kadar kızılderililere yerli dense de Darkwood'un en yerli adamı Zagor'dur.
Darkwood’un olduğu düşünüldüğü yere yani Pennsylvania’nın kuzey batısına Google Maps’den baktığımızda gerçekten de Darkwood’a benzeyen ormanlarla kaplı olduğunu görebiliriz. Hatta civarda Allegheny Ulusal Ormanı, Moshannon Eyalet Ormanı, Spraul Ormanı, Elk Ormanı, Susqehannock Ormanı, Tioga Ormanı, Tiadaghton Ormanı, Loyalsock Ormanı gibi onlarca orman var. Amerikalılar Zagor’u bileymiş o ormanlardan birinin Darkwood olması işten bile değilmiş. Ki zaten Pennsylvaina da etimolojik olarak ormanlık alan anlamındaki “sylvania” ve İngiliz amirali William Penn’in soyadının birleşiminden oluşmuştur. Buradan Zagor’un yaratıcısı Bonelli’nin Darkwood’un yerini kafadan atmayıp gayet bilinçli bir tercihle seçtiğini anlayabiliyoruz.

Darkwood gerek isminden, gerek siyah beyaz basılan maceraların yarattığı etkiden gerekse de maceralarda oynadığı ürkütücü arkaplan rolünden ötürü daima karanlık, kasvetli, bataklık bir yer olarak hatırlanır. Oysa sıkı Zagor okuyucuları bilirler ki Darkwood yemyeşil ağaçların arasında, balığı bol deresi, tertemiz havası, çeşit çeşit mahlukatıyla cennetten bir köşe gibidir.
Zagor, uzaydan tutun, Kanada’nın buzlu adalarına, İrlanda’nın yeşil bozkırlarından Afrika’nın çöllerine, oradan Sanfrancisco’nun modern caddelerine kadar envayi çeşit memleket gezdi ve her seferinde Darkwood’u, yemyeşil ağaçlarını, kulübesini ne kadar özlediğini alengirli maceraların bir yerine sıkıştırarak dile getirdi. Gurbette iken Çiko ile akşamları “Darkwood” dolaylarından türkülerle hasretini bastırdı. Görüyoruz ki, kahraman da olsan, cümle kötüye diz de çöktürsen, toprak bir yerde çekiyor. Zagor gibi sosyal bir adamda bile aidiyet duygusu, daha doğrusu ana rahmine dönme isteği, eve/memlekete olan özlem duygusu olarak tezahür ediyor.
Daha 14 yaşında bir öğrenci iken bile; bir öğrenci programı ile 15 gün Almanya’da kalıp, memlekete dönüşümüzü hatırlıyorum da… 10-15 kişilik velet grubu, adeta memleketinde yıllarca uzak kalıp, prangasından kurtulmuş forsalar gibi toprağı öpmüş, havaalanındaki simitçiye sarılmış, evlerindeki komidini yalamışlardı. Dolayısı ile Zagor dahil tüm insanlarda içgüdüsel olarak olan bu aidiyet duygusu gayet anlaşılır. Zagorumuz’un pek bilinmeyen insani yanlarından biri de bu.

Darkwood ve aynı zamanda Pennsylvania’nın o bölgesi sık ormanlarla kaplıdır. Bu sebeple Zagor’un bu sık ormanda hiçbir işe yaramayacak olan atları yoktur. Ki Allahtan yok. Zaten kulübede Çiko ile geçen baş başa geceler başımıza yeterince bela oluyor, bir de atlarla baş edemezdik. Bu sebeple Zagorumuz yürür ya da daldan dala uçar. Zagor’un kulübesi Darkwood’un en stratejik yerinde, Kızılderililerin kayan kumlar dediği bataklığın arasındadır. Civardaki kurukafaları ciddiye almayıp doğru yolu bilmeden gelen nice kötü kişi daha Zagor’a ulaşamadan kayan kumların kurbanı olur.

Adına besteler yapılan, dergiler çıkarılan, yiğidin harman olduğu bir efsanedir Darkwood.

Bitirirken, bu kadar gerçek hayatla örtüşen bir mekandaki tek uyumsuzluğun, gerçekte o bölgede olmayan ancak çizgi-romanda sıklıkla rastladığımız ve Zagor’un uçmasını sağlayan sarmaşıklar olduğunu söyleyebiliriz.

Cuma, Haziran 04, 2010

Zagor'un Albümünden (10)

Canına yandığım. Zagor’a cinsel göndermeler yapan çr cahili kişi ve kurumların söylemleri arşa ulaştı, vallahi yıldım. Üstteki kareyi gören de… Senaryo hazır: Yalnızlıktan dellenen Zagor Kızılderili bir oğlana abayı yakıyor, çökertiyor ıssıza. O sırada eşraftan ehli namus bir kovboy Zagor ve çıplak arkadaşını böyle uygunsuz bir pozisyonda görünce “sizi gidi ırzı kırıklar” diye ver ediyor fişeği.

Hep söylüyorum, bir insan olarak algılarımız çok zayıf. Sadece görerek, duyarak, okuyarak olanları tam olarak anlamamız imkansız. Dış politika için verilen bir örnektir: Güncelden hareketle ; İsrail’i üçgenin bir kenarı, Türkiye’yi diğer kenarı, Filistin’i öteki kenarı olarak düşünürsek. Üçgenin köşelerinden birinden baktığımızda kenarlardan birini göremeyiz. Hangi köşeye gitseniz diğer bir kenar görünmez olur. Bir taraftan baktığınızda mutlaka bir tarafı ıskalarsınız. Tümünü görmek için ya üçgeni bozacak ya da tepeye çıkacaksınızdır. Tepeye çıkmayı da ister ermek, ister olmak, ister bilmek olarak görün, hayatın ne kadar anlaşılır olduğuna şaşıracaksınız. Hayat gerçekten tüm karmaşıklığına rağmen oldukça anlaşılır bir yer. Tabi bu anlaşılırlık biraz tehlikeli bir ruh hali. Bu belirtilen anlaşılabilirliğe yaklaştıkça, hayatın anlamına uzaklaşma durumu, empati ile başlayan entel humması, yüzeysel bakış ile derinliğin kaybolduğu mecra hasıl olmakta. Örnek olarak gelin Bay Yanlış ile Doğru Ahmet'in konuşmalarına kulak verelim: (Zagorcum bi saniye canım)

"-Allahım, neden bu kadar insan öldürülüyor? Dünya nasıl bir yer?
-Herkesin kendince haklı bir sebebi var. hırsız açlıktan gece başkasının evine giriyor, evsahibiyle karşılaşınca hapislerde çürümemek için onu öldürüp kaçıyor. Amerika geldiği noktayı korumak için işgallere muhtaç. İsrailliler bozuk psikolojileri ile devletlerinin bekası için sapan ile taş atan birine tüfekle ateş edebiliyor. Bla bla...

-E, hırsız neden hırsızlık yapıyor? Namuslu olsun, alınterini öğrensin.
-Sosyal bir varlık olan insanın yaşadığı çevre, aldığı eğitim, gördüğü terbiye sonucunda davranışları ve alınyazısı ortaya çıkıyor. seçimler azalıyor. Toplum kişinin davranışlarını belirliyor.

-Toplum ayağını denk alsın, bilinçlensin o zaman. Bak İsviçre’ye.
-Homojen bir kitle olmayan toplum da, tarihi, eğitimi, ekonomisi ve kültürüyle bir yaşam sergiliyor. Bu ayaklardan birisi eksik kaldığında ya da koşulların gerektirdiği zamanlara uymadığınızda error veriyor. Suikastlar düzenleniyor, bireyler asıp kesiliyor, Kurtlar vadilerden iniyor. Bla bla...

-Peki tamam, klasik "ayak yapma" metoduyla bunlar bi kaç cevap verdin. Peki bir de şu açıdan bakmaya ne dersin: Kadınlar... Kadınlar abi. Filozof olmuş adamlar gene anlayamıyor.
-Alakası yok. Kadınların davranışları da erkekler gibi, duygu/istek/heyecan/tepki/merak gibi çeşitli dürtülere dayanıyor. Anlaşılmaz gibi görünen bir çok davranış için (bkz: regl)

-Öyle deme abi. Hatunla iki senedir çıkıyoruz, bir mutlu olduğunu görmedim. Son zamanlarda da tutturmuş “ilişki tıkanmış, açmamız lazımmış” “alışkanlıkların esareti” falan filan kafamı acıtıyor her gün. Ulan haftada bir mangal yapıyorum bu hatuna daha ne yapayım?
-Kız arkadaşınız sizden daha yakışıklı/zengin/vs bir erkek arkadaş bulmuş, ondan gelecek ışığa göre kısa bir zaman sonra sizi terk edecek.

-Vay kaltak! Peki bizim patronu anlamaya çalışalım. Adam pintinin allahı. Ulen maaşı %10 artırsa bu ona en az %50 performans artışı getirir. İş mi bu şimdi, var mı anlaşılır bi yanı?
-Patronunuzun sizin göremediğiniz bir sürü gideri olabilir. Ayrıca %10 maaş artışının en az %50 performans artışı getirmeyeceğini bütün patronlar bilirler, istisnalar kaideyi bozmaz. Performans artış potansiyeliniz görülürse zaten zam alacaksınızdır. Yok hala alamıyorsanız patronunuz gerçekten cimri olabilir. Cimrilik de bir davranış biçimi olmasıyla berber psikolojide incelenen bir hastalığa tekabü...

-Ay tamam! istemiyorum zam mam. peki ne olacak bu fenerin hali?
-Sana hiçbir şey demiyorum."

Tekrar edelim. Hayat gerçekten de anlaşılabilir. Yeter ki biraz daha üste çıkıp bakmayı becerelim. Çizgi-romandaki tek bir kareye bakıp iftira atacağımıza önceki ve sonraki kareleri okuyalım ki, karedeki baldırı çıplak arkadaşın Zagor’un kankardeşi Tonka olduğunu anlayalım.

Resmin hikayesini Zagorcular bilecektir ama dost var düşman var, biz gene de açıklayalım. Tonka (ki saçını bir çizer böylesine fantastik bir modelle çizerken çoğu çizer klasik atkuyruklu bir Kızılderili reisi olarak çizer) yani Zagor’un en yakın dostlarından Mohawklar’ın reisi Tonka bir lanet ile kendinden geçip Hulk gibi eşyalarını parçalayıp vahşi gorile dönmekte, bilincini kaybederek etrafındakileri hırpalamakta, bir süre sonra sakinleyip eski haline dönmektedir. Tabi parçalanan eşya eski haline dönemediğinden Darkwood’da böyle uygunsuz sahnelere rastlandı zamanında. Gerçi Kızılderililer normalde de göt baş açıkta gezip bir bez parçası ile avret yerlerini sakladıklarından oralarda çok da yadırganmaz böyle bir durum zaten. Ancak Tonka’nın cömertçe sergilediği vücudunu, sert ve biçimli vücut hatlarını gören Zagor düşmanı kişi ve kurumlar her türlü iftirayı da atar, vücudundaki gölgeleri görüp “ayın şavkı vurur üstüne” diye türkü de söylerler. Biz alışığız.